Otizm mi? Arı Dansı Mı?
Sıraç… Aydınlık, ışık, nur demek. Ve öylesin minik oğlum.
Hastanede doktor hanım onu elimize ilk verdiğinde sanki daha önce bu hastaneyi çok iyi biliyormuş gibi her yere o kadar güzel bakmıştın ki… O gün karar vermiştim: Benim oğlum çok zeki…
Zeki… Evet onbir aylıkken yürüdü… Yuppi! Herşey yolunda… Ama yürümeye başlamasından çok değil 2-3 ay sonra Sıraç tuhaf bir dans geliştirdi. Parmaklarının ucunda yükselerek zıplıyor bir nevi çırpınıyordu. Biz bunu başta çok sevmiştik hatta bu duruma güzel bir isim bulmuştum: Arı Dansı
Bence Sıraç arı dansı yapıyordu fakat gel zaman git zaman arı dansı çoğalmaya, tek tük edindiğimiz kelimelerimiz de yok olmaya başladı. Benim minik ışığım biraz tuhaf davranıyordu. Üç hafta evvel geldiğimiz markette yönünü kaybetmeden bulabiliyor fakat adına seslendiğimizde dönüp bakmıyordu. Eve gelen yardımcı teyzemizin “Beyza bu çocuk neden hiç bakmıyor?”sorusu, ona aldığımız top havuzunda uzun uzun oturup bizimle irtibatını koparmaya başlaması ve artık işten döndüğümüzde gelişimize sevinmiyor olması… İlk ateş babamızın yüreğine düştü. 16 aylık fakat ben özellikle çevrenin “erkek çocuğu geç konuşur” yönlendirmesiyle geçiştirdim. Fakat 21. ayda psikiyatr net ve tok bir sesle “otizm” tanısı koyduğunda tüm ışıklar söndü. Benim minik ışığım.. Sıraç…
Ondan vazgeçebilir miydim? Günlerce ağladım. Oysaki Yüce Allah evimizin yanı başına SOBE’yi şifamız, dermanımız olarak yaptırmıştı bile. Koşarak gittik. Binyamin Hocam ışığımın sönmeyeceğini her şeyin güzel olacağı müjdesini vermişti bile.
Anladım ki otizm engellenebilir bir engeldi.
Böylece SOBE’miz başladı. Güzeller güzeli öğretmenimiz Özge’de artık bizimleydi ve çok değil 10 ay içinde Sıraç yaşıtlarına yaklaştı.
Ben diyorum ki bu kurumu yapan eden, sebep olan, emek veren herkes bin yaşasın. İyi ki varsınız. Hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.